İslâmiyet

Abdullah bin Abdülmuttalib: Hz. Muhammed’in (sav) Babası

Künyesi

(545 – 570/571), Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallâllâhu aleyhi ve sellem)‘in babasıdır. Babası, Abdülmuttalib bin Haşim ve annesi Fâtıma bint Amr’dır. Eşi Âmine‘dir. O’nun mübârek soyu Hazret-i İsmâîl’in oğlu Kayzar sülâlesinin en şereflisi olan Adnân’a kadar uzanır.

Ebû Kuvey (أبو قثم), Ebû Kusem, Ebû Muhammed veya Ebû Ahmed künyelerine sahiptir. (Belâzürî, Ensâbü’l-eşrâf, s. 91). Kaynaklara göre Sâsânî Hükümdarı Nûşirevân’ın saltanatının 24. yılında doğmuştur.

İslam peygamberi Rasûlullâh (s.a.v.)’in neseb-i şerîfleri (soy ağacı) şöyledir:
Hz. Muhammed (s.a.v.)
bin Abdullâh
bin Abdulmuttalib
bin Hâşim
bin Abdi Menâf
bin Kusayy
bin Kilâb
bin Mürre
bin Ka’b
bin Lüey
bin Gâlib
bin Fihr
bin Mâlik
bin Nadr
bin Kinâne
bin Huzeyme
bin Müdrike
bin İlyas
bin Mudar
bin Nizâr
bin Meadd
bin Adnân. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 28; İbn-i Hişâm, I, 1-3; İbn-i Sa’d, I, 55-56)

Allâh Rasûlü (s.a.v.), nesebinin nezîh ve pâk oluşu hakkında şöyle buyurmuştur:

“Ben, câhiliye devrinin kötülüklerinden hiçbir şey bulaşmaksızın, ana ve babamdan meydana geldim. Ben, tâ Âdem’den babama ve anneme gelinceye kadar hep nikâh mahsûlü olarak meydana geldim, aslâ zînâdan meydana gelmedim!” (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 260)

“Ben İki Kurbanlığın Oğluyum” Hadis-i Şerifi

Hazret-i Peygamber’in bi’setine yakın dönemde tevhîd inancı yitirilmiş, Kâbe kavim ve kabîlelere âit putlarla doldurulmuş, Zemzem kuyusu da iptal edilmiş bulunuyordu.

Peygamber Efendimiz’in dedesi Abdülmuttalib, birgün Hicr’de uyurken rüyâsında kendisine Zemzem kuyusunu kazıp ortaya çıkarması söylendi. Daha sonra da bir işâretle kazılması gereken yer kendisine gösterildi. Abdülmuttalib kazı işine başladığında Kureyşliler:

“–Mâbedimizin yanını kazdırmayız.” diyerek ona mânî oldular. Abdülmuttalib’in henüz onlara karşı duracak gücü yoktu. Bunun üzerine Abdülmuttalib, Allâh kendisine on evlât verir ve bunlar da onu koruyacak çağa erişirlerse, onlardan birisini Kâbe’nin yanında kurbân etmeyi adadı.

Bir müddet sonra Kureyşliler, Abdülmuttalib’de gördükleri bâzı hârikulâde hâl ve işâretler sebebiyle yumuşadılar ve ona müsâade ettiler. Abdülmuttalib kuyuyu kazdı ve Zemzem’i ortaya çıkardı. Zamanla on evlâdı dünyâya geldi ve kendisini koruyacak çağa eriştiler. Bunun üzerine rüyâsında:

“–Adağını yerine getir!” denilerek yıllar önce Allâh’a verdiği söz kendisine hatırlatıldı. Adağını yerine getirmek için sırayla koç ve sığır kesen Abdülmuttalib’den her seferinde daha büyüğü istendi. O ise:

“–Daha büyüğü nedir?” diye sorunca:

“–Oğullarından birisini kurban etmeyi adamıştın!” denildi. Bunun üzerine evlâtlarını toplayan Abdülmuttalib, Allâh için yapmış olduğu adağı gerçekleştirmek için onları itaate dâvet etti. Onlar da muhâlefet etmeksizin:

“−Sen adağını yerine getir, istediğini yap!” dediler.

Abdülmuttalib aralarında kur’a çekerken:

“Allâh’ım! Ben evlâtlarımdan birisini Sana kurbân etmeyi adamıştım. Aralarında kur’a çekeceğim, onlardan dilediğine isâbet ettir!” diye duâ etti.

Kur’a Peygamber Efendimiz’in babası Abdullâh’a çıktı. Abdülmuttalib, kurban etmek üzere oğlunu Kâbe’ye götürdüğünde Mekkeliler, evlât kurbân etmenin âdet hâline gelmesinden korkarak ona mânî oldular. Abdülmuttalib’i iknâ ederek bir âlime götürdüler. Âlim:

“−Sizde bir insanın diyeti ne kadardır?” diye sordu.

“−10 devedir.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine âlim:

“−Öyleyse Abdullâh ile on deve arasında kur’a çekin, kur’a Abdullâh’a çıkarsa on deve daha ilâve ederek yirmi deve ile Abdullâh arasında tekrar kur’a çekin. Bu sayıyı, kur’a develere çıkıncaya kadar onar onar artırın!” tavsiyesinde bulundu.

On deve ile Abdullâh arasında kur’a çektiklerinde, kur’a Abdullâh’a çıktı. On deve daha ilâve ederek kur’ayı tekrarladılar, yine Abdullâh’a çıktı. Develerin sayısı yüze varıncaya kadar kur’a bu minvâl üzere devâm etti. Sayı yüze ulaşınca bu sefer kur’a develere çıktı. Abdülmuttalib iyice emîn olmak için kur’ayı üç defâ daha tekrarladı. Bu esnâda ayağa kalkarak oğlunun kurtulması için Allâh’a duâ etti. Her defâsında da kur’anın develere çıktığını görünce oradakiler, sevinçlerinden tekbîr getirdiler. Sonra Abdulmuttalib develeri kurbân ederek etlerini tasadduk etti. (Bkz. İbn-i Hişâm; I, 163-168; İbn-i Sa’d, I, 83-85; Hâkim, II, 604/4036.)

Bugün, İslâm şerîatında öldürülen bir insanın diyetinin 100 deve veya bunun bedeli olarak belirlenmiş bulunması, bu târihî hâdiseye istinâdendir.

Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, atası İsmâîl -aleyhisselâm-’ın ve babası Abdullâh’ın kurbân edilmek için seçildiklerine işâretle:

“Ben iki kurbanlığın oğluyum.” buyurmuşlardır. (Hâkim, II, 609/4048)

Yine bu sebeple Allâh Rasûlü (s.a.v.), “İbn-i Zebîhayn: İki kurbanlığın oğlu” diye de anılırdı. (Bkz. Hâkim, II, 604/4036.)

Hz. Abdullah Hangi Dine Mensuptu?

İslâm âlimlerinin ekserisine göre Peygamber aleyhissalâtü vesselâm’ın babası ve annesi de Mekke’deki Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm’ın hak dini olan hanîflerdendi.

Hz. Abdullah

Abdullah’ın, akranları arasında çok beğenilen yakışıklı bir genç olduğu rivayet edilmektedir. Abdullah, Varaka bin Nevfel‘in kız kardeşi de dahil olmak üzere çeşitli kadınlardan aldığı evlenme tekliflerini reddetmiş, en nihayetinde babasının teşebbüsü üzerine Vehb kızı Amine ile evlenmiştir. Abdullah’ın yüzünde diğer gençlerde bulunmayan bir güzellik ve parlaklık vardı. “Nûr-i Muhammedî” denilen bu nuru evlenene kadar anlında taşımış, evlendikten sonra bu nur Peygamber Efendimiz’in annesi Hz. Amineye geçmiştir. Hz. Abdullah ile Hz. Âmine’nin Peygamber Efendimiz’den başka çocukları olmamıştır.

Abdullah, genç yaşta Hz. Âmine ile evlenmiş ve evlendikten kısa bir süre sonra (bir kaç ay sonra) ticaret yapmak için Şam’a doğru yola çıktı. Seyahati dönüşünde hastalandı ve Yesrib’de, akrabalarından olan Adî bin Neccâr‘ın oğullarının yanında bir ay kadar hasta yattıktan sonra, yaklaşık 25 yaşlarında, m. 570 veya 571 yılında, Hz. Muhammed sav’in doğumuna yaklaşık 5 ay kala (Hz. Peygamber Efendimiz (S.A) doğmadan önce), bilinmeyen bir hastalıktan dolayı vefat etmiştir. Orada, Dar-ul Nâbiga (دارالنابغة) adlı bir yerde defnedildi. [https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah] (bk. ed-Duhâ 93/6).

Hz. Abdullah’ın Kabri

Ticaret maksadıyla yaptığı Şam (Gazze) seyahati dönüşünde hastalanmış ve Medine’de (Yesrib), babasının dayıları olan Adî b. Neccâr oğulları yanında bir ay kadar hasta yattıktan sonra vefat etmiş, orada Nâbiga adlı birine ait evin avlusuna defnedilmiştir. Mescid-i Nebevî’nin Ebû Bekir kapısı hizasında, yaklaşık 500 metre uzaklıkta bulunan ve kendisine ait olduğu kabul edilen kabir, mescidin 1976 yılında genişletilmesi sırasında yıkılmıştır.

Hz. Abdullah’ın kabri Medine’de Nâbiga adlı birine ait evin avlusuna defnedilmiştir. Mescid-i Nebevî’nin Ebû Bekir kapısı hizasında, yaklaşık 500 metre uzaklıkta bulunan ve kendisine ait olduğu kabul edilen kabir, mescidin 1976 yılında genişletilmesi sırasında yıkılmıştır. Şuan bu mezar mescidi içinde kalmıştır.

Kabrin bulunduğu yeri gösteren tarihi fotoğraflar. (üstte)

Mescidi Nebi’nin Kıble tarafında bulunan Kıble Kapısından (Quba Gate 5 nolu kapı) girince soldaki ilk sütünun olduğu mekanda yer almaktadır.

Ateist soruları aslında çok basittir. Hep ufak tefek hatalı düşüncelerin sebebiyle büyük problemlere neden olur bu durum.
 
1. Cahiliye dönemi dediğiniz dönemde Allah (yani hepimizin bildiği ama ateistlerin inanmadığı Allah) yine o dönemde de bilinirdi. Hatta cahiliye dönemi Arapları dahi Allah kelimesini kabenin de tanrısı olarak kullanırlardı. Kendileri de zor ve sıkıntılı anlarında Allah’a dua ederlerdi ancak tek bir farkla, putlardan vazgeçmezlerdi.
2. Değil 600’lü yıllar, Allah’ın varlığını milattan öncesi ilk insana kadar bildirildi. Örneğin RABB kelimesi bile miladın başlangıcı zamanlarında yani İncil’de dahi geçer. Hem İncil hem de Kur’an da RABB kelimesinin geçmesine şaşırmadığımız gibi buna neden şaşıralım?
3. Hz Muhammed sav, henüz peygamber olmadan önce kendisi de Hz İbrahim’in izinden gidiyordu. Ve Mekke’nin A’dan Z’sine kadar herkes putperest değildi. O dönemde hala Hanif diye tabir edilen kişiler vardı. (-ki biraz sonra bol detaylarını vereceğiz.) Hanif ise Hz Muhamed (sav)’den önceleri Hz İbrahim zamanlarında Hz. İbrahim’in izinden ilerleyen kişiler için kullanılan hakaret olmasa da bir nevi küçük görme üslubuydu müşrikler için. H-N-F, hak yolu bulup batılı terkedenlere denirdi. C-N-F ise hak yolu unutup batılı tercih edenlere kullanılan köklerdir. Hz. İbrahim (as), başka başka dinlere inanmaz, batıl gördüğü şeylere itimat etmez, putlara tapmazdı. Kendisi ile aynı görüşte olan insanlara Hanifler denilirdi.
4. Madde 3’ten ötürü aynı dönemde Abdullah ismini taşıyan daha niceleri vardı.
5. Madde 3’ten dolayı sünnet uygulaması yine hakimdi. Zaten sünnet edilen kişilere de Hanif denirdi.
6. Hanifler,  putlar adına kesilen (yani Allah’tan başkası için kesilen) kurbanların etlerinden yemezler, içki içmezlerdi. Bu vasfın, haccetmek, hakka tabi olmak, Hz. İbrahim (a.s.)’ın getirdiği şeriata uymak ve sadece Allah’a kulluk etmek olduğu ifade edilmiştir.
7. Kur’an-ı Kerim’de hanif kelimesi 10 kez ve çoğulu olan hunefa ise 2 yerde geçmektedir. Bu 12 yerin dokuzunda hanifliğin müşriklikten farklı ve müşrikliğin zıttı yani  karşıtı olduğu belirtilmekte, aynı zamanda 8 yerde de Hz. İbrahim ( a.s.)’ın imanını ifade etmekte, bu sekiz yerin birisinde de din manâsına gelen millet kelimesi yer almakta, bir yerde de bizzat Hz. İbrahim (a.s.)’ın kendini hanif diye nitelemektedir. Yani Hz. İbrahim (a.s.)’ın Hıristiyan ve Yahudi olmadığı , bilakis Ehl-i kitabın hanifler olarak Allah’a kulluk etmekle emrolunduğu vurgulanmaktadır.

Ayetlerden

“Ey ehli kitap İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Halbuki Tevrat ve İncil kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz? İbrahim ne Yahudi ne de Hristiyan’dı, fakat o bir hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) ve Müslümandı, müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran, 3/65-67)
Hanifliği, Yahudilik ve Hristiyanlıkta aramanın gereği yoktur. Hepsi Allah’ın dinidir. Zamanla bazı bozulmalar olmuş, İslam bütün bozulma, eğrilik ve yanlışları düzelterek, güzelliklerin devam etmesine müsaade etmiştir.  Yoksa Hanifliği Yahudi ve Hristiyanlığın devamı gibi görmek hatalı olur. Nitekim Kur’an-ı Kerim, hem hanifliğin Yahudi ve Hristiyanlıktan önce olduğunu kesin bir dille ifade eder, hem de Hz. İbrahim (a.s.)’ın yerini belirler.
“Kendi varlığımı gökleri ve yeryüzünü var edenin varlığına (yüzüne) tertemiz olarak (hanifen) yönelttim. Kişileri veya eşyayı O’nunla eş tutanlardan değilim.” – (En’âm: 6/79)
“O halde sen hanîf olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler..” – (Rum; 30/30)
“İşini güzel yaparak kendini Allah’a veren ve İbrâhim’in, Allah’ı bir tanıyan dinine (hanifliğe) tâbi olan kimseden kimin dini daha güzel olabilir! Ve Allah İbrâhim’i dost edinmiştir.” – (Nisa: 4/125)

Gelelim hadislere.

“Allah katında hangi din daha makbuldür?” diye sorulduğunda Hz. Peygamber (a.s.m)  “kolaylaştırılmış haniflik” diye cevap vermiştir.

Buhari’de geçen başka bir rivayete göre , Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, hakiki dini aramak amacıyla Şam’a gitmiş, rastladığı Yahudi ve Hristiyan alimlerine dinlerini sorup, beklediği cevabı alamayınca, kendilerine hangi dini önerdiklerini sormuş, onlar da hanifliği tavsiye etmişler, hanifliğin ise İbrahim (a.s.)’ın dini olduğunu, O’nun Hıristiyan ve Yahudi olmadığını, sadece Allah’a kulluk ettiğini belirtmişlerdir.

Peygamberimizin (a.s.), “Allah, kullarımın hepsini hanif olarak yarattım, buyurdu.” ifadesi ile “Ben Yahudilik ve Hristiyanlık ile değil, kolaylaştırılmış haniflikle gönderildim.” sözü beraber düşünüldüğünde, hanifliğin, bütün peygamberlerin tebliğinde ortak olan ilkeleri içine aldığı ve İslamın da bu ilke ve esasları yaşatan bir din olduğu ve Hz. İbrahim (a.s.) gibi Hz. Peygamber (a.s.m)’ın da aynı dini tebliğ ettiği sonucuna varılabilir.

Özetle cahilî dönemdeki haniflik hakkında farklı görüşler ileri sürülmüşse de, yukarıda ifade edilen rivayet ve izahlar ışığında, bunların Cahiliye toplumu içinde yaşayan muvahhid (Allah’ın birliğine inanıp tevhid eden ve birleştirici olan), Yahudilik ve Hristiyanlıktan değil de, Hz. İbrahim (a.s.) dininden geriye kalan bazı güzellikleri, kendi çapında yaşamaya çalışanlara verilmiş genel bir isim olduğu anlaşılmaktadır.

Cahiliye Arapları nazarında, sünnet olan, Kabe’yi tavaf eden herkes haniftir. Ancak Taberi, bu iki özelliğin yeterli olmadığını, zira bazı müşriklerin de bunu yaptıklarını ifade eder. Bu yüzden aslolan ise tevhid ehlinden olmaktır.

Bu dönem haniflerinin temel özelliklerinden biri Yahudi ve Hristiyanlığa iltilaf etmeyip, çevrelerindeki putlardan ve putperestlerden yüz çevirip, İbrahim (a.s.)’ın ilahı olan bir Allah’a ibadet etmeleridir. Zeyd b. Amr b. Nufeyl gibi bazıları İbrahim (a.s.)’ın dini olan gerçek dini aramaya çıkmış, bir kısmı halkı putlardan uzaklaştırmaya çalışmış, bazıları da teemmül ve tefekkür için inzivaya çekilmiştir. Tarihçilerin ifadesine göre, bunların bazıları okur yazar oldukları gibi, bazı dilleri bilirler ve seyahate çıktıkları için de oldukça kültürlü sayılırlardı.

O dönemde (cahiliye) bizzat hanif olarak zikredilen pek çok kişinin isimleri geçmektedir. Bunlardan bazıları aşağıdaki zatlardır.

  • Kus b. Saide el-İyadi
  • Zeyd b. Amr b. Nüfeyl
  • Umeyye b. Ebi’s-Salt
  • Erbab b. Riab
  • Süveyd b. Amr (Amir) el-Müstalaki (Mustalaki): (Şiirlerinden muvahhid, olduğu ve İbrahim (a.s.)’ın dinine meylettiği anlaşılmaktadır.)
  • Ebu Kerb b. Es’ad el-Himyeri: Hz Peygamber (a.s.m)’dan çok önce onun geleceğini haber vermiş ve iman ettiğini ifade etmiştir.
  • Veki’ b. Seleme el-İyadi: “Sıddik” olarak bilinmektedir.
  • Umeyr b. Cündeb el-Cüheni: İslam’dan önce vefat etmişti ancak tevhid inancını benimseyenlerdendi.
  • Adi b. Zeyd el İbadi: Putlardan uzaklaşıp, İbrahim (a.s.)’ın Rabbine ibadet edenlerdendi. Sonraları Medine’de Müslüman olmuştur.
  • Ebu Kays Sırme b. Ebu Enes
  • Seyf b. Züyezen: Varaka b. Nevfel gibi Hz. Peygamber (a.s.m)’ın geleceğini müjdelemiş ve onun zamanına yetişirse O’nunla beraber Medine’ye gideceğini bildirmiştir.
  • Varaka b. Nevfel el-Kureşi: Eski kitapları okuyan alim bir kimseydi. Peygamber (a.s.m)’a onun durumu sorulmuş, O’da, “onu üzerinde halis bir ince ipek elbise olduğu halde Cennet’in ortasında yürüdüğünü gördüm” buyurarak güzel yaşantısının akibetini haber vermiştir.
  • Amir b. Zarb el-Udvani
  • Abdüttabiha b. Sa’leb
  • İlaf b. Şihab et-Temimi
  • Mütelemmis b. Umeyye el-Kenani
  • Züheyr b. Ebi Sülma
  • Halid b. Sinan el-Absi
  • Abdullah el-Kudai
  • Abid b. Ebras el-Esedi
  • Ka’b b. Lüey

Cahiliye döneminin kayda değer hanif şahsiyetlerden ve Kureyşin hanifliği yaşatanlarından şu 3 kişi bilhassa zikredilmesi gerekenlerdendir. O günün içinde bulunduğu durumu yansıtması açısından önem arz etmektedir.

  • Varaka b. Nevfel:
  • Osman b. Huveyris,
  • Ubeydullah b. Cahş

Hanifliğin Özellikleri

  • Hunefa veya Ahnef diye de bilinirler.
  • Hanifliğin birinci şartı: Tevhid ehlinden olmaktır.
  • Bir tek ilahın varlığına inanıp, O’na kulluk ederler.
  • Putlara tapmazlar. putlardan uzak olmayı tercih ederler. Putları ve her türlü şirki reddederler.
  • Hz. İbrahim (a.s.)’ın dinini takip ettiklerini ve Allah’a şirk koşmadıklarını ifade ederler. (Ana mantık tek tanrıya inansak dahi bizler Yahudi veya Hıristiyan değiliz, Hz. Ibrahim’in takipçileriyiz demektir.)
  • Cünüplükten dolayı yıkanırlar.
  • Müşrikliğin zıttıdır.
  • Mensubu bulundukları kavmin yanlış adet ve inanışlarına karşı çıkarlar, cehaletin ortadan kaldırılması için faaliyette bulunurlar. Bazıları kavimlerinin baskılarından kurtulmak için onlardan uzaklaşarak inzivaya çekilirler ve yaratıcıyı düşünürler.

Tarihçiler, haniflerin bazılarının kutsal kitapları, sayfaları ve Zebur’u okuduklarını, bir çoğunun Hz. İbrahim (as)’in dini üzere yaşadığını, bir kısmının da onun kelimelerini aradıklarını, bu uğurda çeşitli sıkıntılara katlandıklarını, yolculuklara çıktıklarını, rahip ve hahamlarla görüşüp onlara sorular sorduklarını, ancak aradıklarını bulamadıkları için Yahudilik ve Hristiyanlığa girmediklerini, İbrahim (a.s.)’ın dinine inanmış olarak öldüklerini bildirmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir